Okumak özgürlüktür.
Hiçkimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü
intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın
ama onunla da yaşamayın.
Bize saldıranlar, hazreti İsa'nın
bütün sözlerini çiğnemişlerdir. Irza tecavüz, masumları katletmek
hiçbir dine sığmaz. Onlar cani ve sadece canidir. Bunu aklınızdan
çıkarmayın.
Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.
Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.
Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır.
Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de
zedeliyor.
Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar
önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa
düşer, rüzgarda savrulup gider.
İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli
olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın,
güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz
iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce
milletin ve nihayet Allah'ın önüne hesap verecektir.
Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.
Sanat için soyunana alkış tutanlar Allah için giyinene neden zulmeder?
Savaş zamanı Aliya İzzetbegovic kentte yürürken Sırplar tarafından bombardıman başlar.Yere yatan bir kadın "-Başkanım yatın lütfen bombardıman başladı" der.Cesaretiyle tanınan Aliya "-Bu düşünülmüş ve uzun bir yürüyüştür" diyerek yürümeye devam eder.
Savaş zamanı Aliya İzzetbegovic kentte yürürken Sırplar tarafından bombardıman başlar.Yere yatan bir kadın "-Başkanım yatın lütfen bombardıman başladı" der.Cesaretiyle tanınan Aliya "-Bu düşünülmüş ve uzun bir yürüyüştür" diyerek yürümeye devam eder.
Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk,
kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa
onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı
medeniyeti adına.
Kaybedenlere karşı duyduğumuz sempati asla aklımızdan
kaynaklanmamaktadır,Bu sadece öldükten sonra anlayabileceğimiz yani bu
dünyaya ait olmayan bir duygudur.
Yugoslavya Hükümetini diyemem ama Yugoslavya'yı çok severim. Fakat itiraf edeyim ki özgürlüğü daha çok severim
Ben müslümanım ve müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın
sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil
olmanın en doğru ifadesir.
Tanrısız ve insansız bir dünya cenneti kurmayı hayal edenler, bu hayallerinin enkazı altında kalmaya mahkûmdurlar.
Bizi, yok etmekle tehdit ediyorlar. Ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaktır.
Aslına bakarsanız içinde yaşadığımız mekan ve çağdan dolayı bir
katliam beklemiyorduk. Yaşadığımız mekan, Avrupa. İçinde bulunduğumuz
çağ, yirminciyüzyılın sonuydu.
Uzun hayatım boyunca pek çok iş yaptım. Ancak bugüne kadar ki en zor
işim Dayton’daki anlaşma masasına oturmak oldu. Benim derdim muzaffer
bir komutan olarak anılmak değil ülkeme koltuğumun altında makul bir
barış anlaşması ile dönmekti. Sırplar sadece benim önerilerime ters
düşen önerilerle değil, aynı zamanda tüm adalet ve insanlık duygularına
ters düşen önerilerle çıkıyorlardı karşıma. Böyle bir barışı kabul etmek
çok zordu. Ancak çok zor olan başka bir şey vardı; eve “savaşa devam
ediyoruz” cümlesi ile dönmek. Bu yapılması neredeyse imkânsız bir
tercihti ve ben kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum.
Dünya üzerindeki Müslümanların vaziyetini düşündüğümde ilk sorum hep
şu olur: Acaba hak ettiğimiz kaderi mi yaşıyoruz, acaba vaziyetimiz ve
mağlubiyetlerimiz konusunda daima başkaları mı suçlu? Eğer biz suçluysak
-ki ben böyle olduğu kanatindeyim- yapmamız gereken neyi yapmadık,
yahut yapmamamız gerekn neyi yaptık? Bana göre bunlar, bizim
imrenilmeyecek vaziyetimizle ilgili iki kaçınılmaz sorudur.
Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.
Şimdi güneşin altındaki yerimizi alma zamanı.
Allah'a yemin ederim ki biz köle olmayacağız.
Kadınların ev dışında istihdamı ve üretime katılması yönündeki ısrarlı baskının psikolojik bir şekli de vardır: Bu, doğum yapmak, çocuk yetiştirmek ve aileye bakmak yoluyla kadının evde ürettiği iktisadî değerlerin tanınmamasından oluşur. Günde 10-12 saatini eve ayıran bu işçi, bu ev hanımı, istatistiklerimiz tarafından işsiz olarak sunulur ve "çalışmayan unsur" başlığı altında tasnif edilir. Hepimiz bir kadının ne kadar meşgul olduğunu bilir, ama aynı zamanda görmezden geliriz. Kadının çalışmasının bu şekilde gözardı edilişi, evi terkedip ailesine sırtını dönmesi için ona yapılan baskının bir başka ve bu kez ahlâki bir şekildir. İslâm kültürü diğer yöne gitmek zorundadır. Bunun başlangıcı da, annenin ev hanımının işinin tanınması olacaktır.
Hayat tehlikeli bir şeydir. Güvensizlik yaşamanın bedelidir. Sadece ölenler ile asla doğmayacak olanlar mutlak anlamda güvendedirler.
Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum
Ama ben insanın sorumluluklarından kolayca kaçabileceği tanrısız bir dünya anlayışını kabullenemezdim.
İslâm tarihi henüz yazılmayı bekliyor. El'an bu başlık altında mevcut olan şey gerçek tarih dışında her şey. Bu da şaşırtıcı değil. İslâm tarihi objektif bir zihin ve ihtisasa dayalı olarak değil fakat ya ateşli bir nefret veya ateşli bir aşkla yazılmıştır! Aşk ve nefret şiir yazabilir, tarih değil.
Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?
Bazen İslâm bana bütünü itibariyle, insanın bir melek olmaya çalışmaksızın –çünkü olamaz- ve kendisini hayvan seviyesine düşürmeksizin –çünkü bir hayvan olmamak zorundadır- kendi tabiatına bağlanması yönünde yapılmış bir talep gibi gelir.
Şunu unutmamalıyız: Hz. Muhammed putperestlere karşı savaştı,
ama onlarla anlaşma da yaptı.
İslâm tarihi henüz yazılmayı bekliyor. El'an bu başlık altında mevcut olan şey gerçek tarih dışında her şey. Bu da şaşırtıcı değil. İslâm tarihi objektif bir zihin ve ihtisasa dayalı olarak değil fakat ya ateşli bir nefret veya ateşli bir aşkla yazılmıştır! Aşk ve nefret şiir yazabilir, tarih değil.
Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?
İnsanlar daima bir şeyler kutluyor, ayin yapıyorlar. Kutlama yapılmaksızın duramazlar. Sâni 'Teâlâ'ya ibadet etmezlerse, O'nun eserine ibadet ederler. Hâlık Teâlâ'ya secde etmezlerse mahlukata secde ederler. Tüm fark budur, ama esaslıdır.
Bazen İslâm bana bütünü itibariyle, insanın bir melek olmaya çalışmaksızın –çünkü olamaz- ve kendisini hayvan seviyesine düşürmeksizin –çünkü bir hayvan olmamak zorundadır- kendi tabiatına bağlanması yönünde yapılmış bir talep gibi gelir.
Kadınların ev dışında istihdamı ve üretime katılması yönündeki ısrarlı baskının psikolojik bir şekli de vardır: Bu, doğum yapmak, çocuk yetiştirmek ve aileye bakmak yoluyla kadının evde ürettiği iktisadî değerlerin tanınmamasından oluşur. Günde 10-12 saatini eve ayıran bu işçi, bu ev hanımı, istatistiklerimiz tarafından işsiz olarak sunulur ve "çalışmayan unsur" başlığı altında tasnif edilir. Hepimiz bir kadının ne kadar meşgul olduğunu bilir, ama aynı zamanda görmezden geliriz. Kadının çalışmasının bu şekilde gözardı edilişi, evi terkedip ailesine sırtını dönmesi için ona yapılan baskının bir başka ve bu kez ahlâki bir şekildir. İslâm kültürü diğer yöne gitmek zorundadır. Bunun başlangıcı da, annenin ev hanımının işinin tanınması olacaktır.
Hayat tehlikeli bir şeydir. Güvensizlik yaşamanın bedelidir. Sadece ölenler ile asla doğmayacak olanlar mutlak anlamda güvendedirler.
Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum
Ama ben insanın sorumluluklarından kolayca kaçabileceği tanrısız bir dünya anlayışını kabullenemezdim.
İslâm tarihi henüz yazılmayı bekliyor. El'an bu başlık altında mevcut olan şey gerçek tarih dışında her şey. Bu da şaşırtıcı değil. İslâm tarihi objektif bir zihin ve ihtisasa dayalı olarak değil fakat ya ateşli bir nefret veya ateşli bir aşkla yazılmıştır! Aşk ve nefret şiir yazabilir, tarih değil.
Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?
Bazen İslâm bana bütünü itibariyle, insanın bir melek olmaya çalışmaksızın –çünkü olamaz- ve kendisini hayvan seviyesine düşürmeksizin –çünkü bir hayvan olmamak zorundadır- kendi tabiatına bağlanması yönünde yapılmış bir talep gibi gelir.
Şunu unutmamalıyız: Hz. Muhammed putperestlere karşı savaştı,
ama onlarla anlaşma da yaptı.
İslâm tarihi henüz yazılmayı bekliyor. El'an bu başlık altında mevcut olan şey gerçek tarih dışında her şey. Bu da şaşırtıcı değil. İslâm tarihi objektif bir zihin ve ihtisasa dayalı olarak değil fakat ya ateşli bir nefret veya ateşli bir aşkla yazılmıştır! Aşk ve nefret şiir yazabilir, tarih değil.
Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?
İnsanlar daima bir şeyler kutluyor, ayin yapıyorlar. Kutlama yapılmaksızın duramazlar. Sâni 'Teâlâ'ya ibadet etmezlerse, O'nun eserine ibadet ederler. Hâlık Teâlâ'ya secde etmezlerse mahlukata secde ederler. Tüm fark budur, ama esaslıdır.
Bazen İslâm bana bütünü itibariyle, insanın bir melek olmaya çalışmaksızın –çünkü olamaz- ve kendisini hayvan seviyesine düşürmeksizin –çünkü bir hayvan olmamak zorundadır- kendi tabiatına bağlanması yönünde yapılmış bir talep gibi gelir.
Yorumlar
Yorum Gönder