Üzülmek, yarının sıkıntısından bir şey eksiltmez. Sadece, bugünün gücünü tüketir.
Cehennem, umudunu kaybetmektir.
1930 yılı idi. Bir gün midemden rahatsızlandım. Karım bir doktora
gitmemi söyledi ise de aldırmadım. Günler geçtikçe rahatsızlık
artıyordu. Bir gün karımın ısrarlarına dayanamayarak tanıdık bir hekime
gittim. Bir parça bizmut içmemi tavsiye ederek, beni bir briç partisine
çağıracağını sandığım arkadaşım, hayatımda çok büyük bir etki bırakan
bir teşhis koydu: midemde ülser vardı. En az altı süreyle açık havada
dinlenmem lazım geliyordu.
Nefesinden feragat etmeyen, gerçek hürriyete kavuşamaz.
Acı olan mutlu olmamak değil, mutlu olabilecekken olamamaktır.
Büyük tereddütlerden sonra İskoçya’nın bir yaylasında Talbert adlı
köy yakınında bir çiftliği dinlenme yeri seçtim. Çalışmaya alışmış bir
kimse için böyle sorumlu dinlenme kadar kötü acı olamaz sanırım. Daha
birinci hafta sonunda çileden çıkmış durumdaydım. Bana her türlü beden
hareketi yasak edilmişti. Tavuklara bakmaktan ve ineklerle dostluk
kurmaya çalışmaktan başka yapacak iş kalmıyordu. Bir şeylerle uğraşmayı
düşünürken aklıma yazmak geldi. Öteden beri içimde yazı yazmak hevesi
duyardım. Hatta bazen karıma açılır, olanak olursa bir roman yazacağımı
söylerdim. O bu sözlerimi tatlı bir gülümseyişle ciddiye almaz, “öyle mi
sevgilim?” diyerek konuyu yavaşça hastalarıma ve mesleğime getirirdi.
Yaylanın bu sessiz gölü kenarında bir seçme yapmak mevkisinde olan
insanların önüne çıkan muamma şu anda benim de karşıma dikilmiş
bulunuyordu. Yağmurdan ıslanmış, utangaç bir halde çiftliğe döndüm. Çöp
tenekesinden nemlenmiş ve kirlenmiş kâğıtları çıkardım. Mutfağın
fırınında kuruttuktan sonra masamın üstüne serdim. Tekrar çalışmaya
başladım. Kendimi hırpalarcasına çalışıyor, artık kadere yenilmek, boyun
eğmek istemiyordum. Bu iradeli çalışma, meyvesini vermekte gecikmedi.
İkinci bir üç ay sonunda kitabımın altına (son) kelimesini yazdım.
Yorumlar
Yorum Gönder